in

UMUT OLACAĞIZ, MEMLEKETİ KURTARACAĞIZ!

Selin Erhan yazdı…

Her birimiz bulunduğumuz sosyal ortamların ne kadar sıkıştığının farkındayızdır.
Bu sıkışma çift yönlü ve iki uç birbirine dolanmış halde. İlki sosyalleşecek atmosferlerin eksikliği olarak ifade edilebilir. Her şehrin belirli merkezine ve o merkezdeki belirli kafe/ barlara dayanan bu yüzeysel sosyallik hem artık karşılanamayacak kadar pahalı hem de kendi haliyle bile toplumsal bir canlı olan insana sağlıklı bir sosyallik sağlamak için oldukça yetersiz. Yalnızca çayın fiyatının iki basamaklı sayılara çıkmasından, bir festivale gitmenin rüyasını bile kuramamamızdan bahsetmiyorum. AKP, kendisi gibi muhafazakâr olmayan ve büyük çoğunluğunu gençlerin oluştur- duğu seküler hayat tarzına saldırması gerçeğinin yanında, bütün toplumun sosyallik alanlarını yok etti. Bugün kızına bacaklarını kapatarak oturmasını öğütleyip oğluna istediğinde arabasını ödünç veren bir baba da tek çalışmadığı gün olan pazar günlerin- de ailesini alıp mangal yapabileceği bir yer bulama- makta, mangalda pişireceği etin kilosu her geçen gün artmakta.
Elbette bu ülkede yaşayan gerici kesimlerin de bi- zimle aynı sorunlar yaşadığını veya onların da yo- bazlığa rağmen haklı oldukları gibi bir çıkarım yap- maya çalışmıyorum. İdeolojik taraflaşmadan çok AKP’nin sermaye sınıfının çıkarları uğruna toplu- mun gerçek anlamda her kesiminin yaşantısını nasıl kökten değiştirdiğine değinmeye çalışıyorum.
İstanbul’da havanın güneşli olduğu bir Pazar günü herhangi bir sahil kıyısından otobüse binecek olur- sanız, doldurma alanlarda çift şeritli geniş yolların yanında yapılmış yapay yeşilliklerde sıkış tıkış man- gal yapmaya çalışan aileler görmeniz olasıdır. Bun- dan 10 yıl önce ucuz pansiyon, şanslı uçak bileti ve sırtımızda bir çantayla Avrupa’yı gezdiğimiz tatiller yapabilirken bugün Ege’de tatil yapan tek tanıdık- larımız magazin programındaki ünlüler ve turistler kaldı. Bunun yanında işten alabildiği üç-beş günlük izinle memleketine dönecekler ne otobüslere verebilecek ne de kendi araçlarına mazot doldurabilecek parayı bulamıyorlar. Sosyalliğimizin sıkışması yalnızca mekânsal ve ekonomik boyutlarla da sınırlı kalmıyor. En son arkadaşlarınızla hangi sohbetinizde bir şeylerin pahalılığından bahsetmediğinizi düşünün. Tersinden bakarsak en son ne zaman okuduğunuz bir dergiden bahsettiğinizi, beğendiğinizi tiyatroyu önerdiğinizi hatta birlikte hangi konserlere, maçlara gittiğinizi hayal edin. Bunların nere- deyse hiçbirinin artık hayatımızda yeri yok. Varsa bile kendi ihtiyaçlarımızdan ve günlük yaşamımızı döndürmek için kullandığımız paradan kısarak yap- tıklarımızla var. Yani sosyalliğimizin içeriği de biçimi de büyük bir saldırı altında.
Aslında liseleri dolduran ve üniversitede gittikçe çoğunluğu alan biz 2000 ve sonrası için tadacağımız tek sosyalliğin şu anki olduğunu söyleyebiliriz. Oysa bizden yaşça çok az büyük olan herkesin tattığı başka bir şey vardı. Memleketimizin normali bu değildi. KYK ile tatile çıkanlar, dünyaca ünlü grupların konserine gidenler vardı. Çalışırken okula gitmeye çalışan değil, ailesinden maddi destek almak iste- meyen sınırlı sayıda öğrenciler çalışırdı.
Bu imkan da bireylere ve toplumsal olarak gençlere bir kültürel atmosfer, daha sağlıklı bir sosyallik ve kendini yaratma imkanı sunuyordu. Bu gençlerin birçoğu da siyasal alanda bir katliama tanık olduklarında, iktidar gerici hamlelerde bulunduğunda politik ve örgütlü bir tepki gösteriyordu. Bugünkü durum ise bundan bambaşka bir tablo. Geçmişin yasını tutmanın bir anlamı yok fakat bugün 2000’lerden başlayan gençliğin durumunu anlamak için hangi siyasi atmosfere nefes alıp verdiğini, han- gisinin içine doğduğunu ve bu karanlıktan çıkılacaksa yol haritasının ne olacağını bilmek için kendinden öncekilerle farkını anlamak, onu ve bizi oluşturan parametreleri iyi tespit etmek önemli.

Adabı vardır 2000’li olmanın
Lise ve üniversitede okuyan sıra arkadaşlarımızdan bahsedeceksek önce bir milat belirlememiz lazım. Hali hazırda lisede okuyanlar 2004-2008 doğumlular. Dört yıllık bir üniversitede vakitlice okulunu okumuş olan bir son sınıf öğrencisi ise 2000 doğumlu. Yani şu an normal koşullarda öğrencilik hayatındaki yaşı en büyük kişi, Gezi Direnişi olduğunda 13 yaşındaydı. Bu da ortaokul son sınıf- ta lise sınavına hazırlanıyor demek. Lisede okuyanlar arasında ise, yaşı en büyük olanı 2004’lü ve bu sene mezun oluyor. Yani Gezi Direnişi olduğunda 9 yaşında idi. Yakın tarihimizde siyasi atmosfere karşı geliştirilen diğer isyanlara bakalım. Direkt olarak Erdoğan karşıtı ODTÜ ayakta eylemleri Gezi’nin bir yıl öncesinde oldu. Tekel direnişi ise 2009 yılında gerçekleşti. İstanbul Erkek Lisesi’nde başlayan Karanlığa Sırtımızı Dönüyoruz eylemleri ise 2016’da gerçekleşti. Kısacası şu an öğrencilik yapan bizlerin gördüğü toplumsal isyanlar, seçimlerden sonra kısıtlı alanlardaki yürüyüş ve tencere tavalara, 8 Mart, Boğaziçi Direnişinden ve bunlar gibi birkaç örnekten öteye geçmedi. Genel anla- mıyla AKP’nin saldırıları karşısında şekillenen top- lumsal bir hareket, yaygın bir kazanım görmedik. Bunun yanında kısıtlı ve mekânsal bütünlüğü biti- rilmiş kültürel atmosfer de engellendiğinden dola- yı geçmişte yaşanan olaylardan ışık bulmak gibi bir hal de ortada yok. Hatta AKP’siz bir gelecek hayalleri kurmaya yeni yeni başlamışken potansiyel iktidar olan Millet İttifakı’nın da bulduğu tüm fırsatlarda muhafazakârlığa ve sermayeye hizmetlerini sunması, AKP’den kurtulsak da kurulabilecek Türkiye için ümitlerimizi zedelemekte.
Bütün bunlardan “AKP nasıl da hayatımıza çöktü” diye hayıflanmak için bahsetmiyoruz elbet- te. Nesnel pratiklerden bihaber olmanın getirdiği siyasi kayboluş, bizlerin yalnızlığını ve toplumsal bir depresifliği beraberinde getiriyor. Kendi yaşıtlarımdan bahsederken belki de bize en çok ha- kim olan duygu durumu depresiflik diyebilirim. Şu an 40-50’li yaş aralığında olan ebeveynlerimiz AKP’nin bu ülkeyi getirdiği halden muzdaripken bizler başka bir Türkiye’yi görmemekten kaynaklı umutsuz ve bıkkınız.

Elbette bütün bu değerlendirmeleri öfkesini ve olumsuzlukları örgütlü siyaset ile yoğurmuş ve mücadelenin içindeki bir öğrencinin bilinciyle değil, liselerin sayısal ve düşünsel çoğunluğunu oluşturan örgütsüz toplamın bilincini gözeterek yapıyorum.
Bu değerlendirmelerden sonra elimizde kanıksa- namayacak olumsuzlukta bir tablo çıktığını zannedebiliriz. Fakat bu tabloyu çizerken içine katmadığımız bir sürü öğe var. En önemlilerinden biri Türkiye İşçi Partisi ve ona bakan veya daha görmemiş binlerce gencin varlığı. Ülkemizde siyaseti pis ve yalancı insanların yaptığı bir algı değil, gerçek. Bu görüntünün sebebi de temizlerin, haklıların ve bu ülkeyi var edenlerin onlarla ilgilenebilecekleri aynı temizlikte bir partiyi bulamayışları. Bu kaybolmuşluk artık bir sona geldi. Türkiye İşçi Partisi’nde mücadele etme kararı vermiş binlerce genç nasıl her gün memleketimizin umudunu yeşertiyorsa, ondan haberi dahi olmayan bir o kadar insan da memle- ketimizin sahipsiz olmadığı umudunun potansiyelini oluşturuyor.

…“Nazi kamplarında can verenler varsa, o kampları inşa edenlerden dünyayı kurtarmak için can ve- renler de vardır”…*

Umudu hissetmekten aciz olmanın bireysel bir eksiklik olmadığını işlemek gerekiyor. Şu an Türkiye’nin gidişatını çatık kaşlarla izleyen binlerce sıra arkadaşımız umut duyulmayacak bir memleketimiz olduğu için değil, bireysel bir kurtuluş senaryosuna çakılı kaldıkları için umutsuzlar. Oysa umut, içinde bulunduğu koşulları oturup izleyen kimsenin yanına uğramaz. Umudun sesini duymak için, o sesi çıkartacak bir hamle yapmak ve karşımızdaki örgütlü kötülüğün kel kafasına adaletin tokmağını geçirmek gerekir.

İlk sayımızın en çok ilgi gören yazısı Yarına Mektup’tan alıntı yaparak bitirelim. Hayatımız bizim değil, ama bizim ellerimizde.
*Terry Eagleton, İyimser Olmayan Umut

BU İÇERİĞİ OYLAYIN.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir