in

BİR GETTO DOSTLUĞU

Rüzgar Selvan inceledi…

Gerçek bir hikâyeden alınmış ve gerçek bir hikâyeye adanmış bir film olan La Haine, 1986’da 500.000 öğrencinin katıldığı protestolarda polis tarafından kovalanan ve dövülerek öldürülen Malik Oussekine yani filmdeki adıyla Abdel Ichaha adlı karakterinin ölümünün etrafında şekillenen olaylar silsilesini anlatıyor. Bir silah patlamasıyla başlayan film, yine bir silah patlaması kadar gerçek ve vurucu bir sonla bitiyor. Genel olarak anlatısını kenar mahalle ve banliyö sosuyla sunan Mathieu Kassovitz bu film ile 1995 Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü de kazanmıştır.

  1. kattan düşen adamın hikayesini duymuş muydunuz? Düşerken kendini avutmak için hep “Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda…” diye tekrar etmiş, fakat önemli olan nasıl düştüğün değil nasıl yere çarptığındır.

La Haine’de, Vinz, Said ve Hubert adında ayrı dinlere, renklere ve etnik kökene sahip üç arkadaşın, arkadaşları Abdel’in polis şiddeti sonucunda hastaneye kaldırılmasından sonraki 24 saatini izliyoruz. Film ırkçılık, sınıf farklılıkları, toplumun yozlaşması ve şiddet gibi bir sürü konuya dikkat çekiyor. Karakterlerimizi tanıtacak olursak Vinz aralarındaki en “kanı kaynayan”, hızlı ve yanlış kararlar alan bıçkın delikanlısı, Said daha orta yolcu ve sakin, Hubert ise olgunluğu ve sakinliği ile hikayemizin abisi. Karakterlerimiz kişilikleri de arka planları da aynı olmasa da buluştukları ortak nokta sınıf nefreti. Yaşadıkları koşullardan ve ortamdan memnun olmayan bu gençlerin yaşadığı en önemli duygu: Nefret. Karakterlerimiz bu duyguyu farklı şekilde yorumluyor ve kanalize etmeye çalışıyor. Vinz, bu nefreti şiddet ve intikam ile yaşamak istiyor ve arkadaşlarına şöyle diyor “Bu lanet sisteme katlanmaktan sıkıldım. Fare deliklerinde yaşıyoruz ve siz bunu değiştirmek için ne yapıyorsunuz? Eğer Abdel ölürse durumu eşitlemek için bir polisi öldüreceğim.” Bunun üzerine Hubert, “Okula gitseydin nefretin nefreti beslediğini öğrenirdin” diyerek karşı çıkıyor.

Film boyunca gördüğü halüsinasyonlardan, hal ve hareketlerinden ve öfke problemlerinden anladığımız kadarıyla henüz kendi sorunlarını bile çözememiş Vinz, Abdel’in hastanede öldüğünü arkadaşlarıyla beraber televizyondan öğrenir, oturduğu yerden arkadaşlarına haber vermeden kalkıp ilk gördüğü polisin yanına gider ve onu öldürdüğünü hayal eder. O sırada Hubert ve Said yanına gelip ‘Gerizekalısın, biz bu işte yokuz!’ diyerek Vinz’in yanından ayrılır. Fransa’da o zamanlar hat safhada olan ırkçılığı gördüğümüz bir sonraki sahnede “dazlaklar” Hubert siyahi olduğu için Said ve Hubert’in önünü kesip dövmeye başlar. Bu sırada silahı ile bir dazlağı esir alan Vinz arkadaşlarını kurtarır ve dazlakları korkutup uzaklaştırır, film boyu Abdel ölürse bir polisi öldüreceğini söyleyen Vinz, yakaladığı dazlağın kafasına silah dayamışken tetiği çekmeye cesaret edemez. Film boyu şiddette başvurmamasını öğütleyen Hubert, Vinz’i o dazlağı öldürmesi konusunda ikna etmeye çalışır. Tetiği çekemeyeceğine ilk andan beri emin olan Hubert haklı çıkmıştır. Tam ayrıldıkları esnada film boyunca birkaç defa karşımıza çıkan Notre Dame ceketli polisle karşılaşırlar ve Mattiheu Kassovitz’in kendisine ödül kazandıran bu filmi çekmesinin nedeni olan final sahnesi ile tetiği yönetmen çeker.

What do you think?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir