Memleketimizde her çeşit ve her kesimden milyonlarca gerici insan olduğunu, aramızda olduklarını biliyoruz. Kim bu gericiler? Bunlar özellikle sosyal ve siyasi değişimlere karşı çıkmaları ile bilinen, değişimi hemen her zaman negatif bir şey olarak algılayan kişiler. Özgürleşmemizi istemeyen hatta bunu hayati bir risk olarak görenler. Kaba hesapla ülkemizin hemen hemen yarısını oluşturan bu kesim hepimizin hayatında en kötü ihtimalle dolaylı bir rol oynuyor, bizimle ilgili kararları bizim yerimize alıyor ve hayatımızı doğrudan etkiliyorlar. Bu size bunun biraz daha küçük ölçekli fakat çok benzeri başka bir senaryoyu hatırlattı mı? Bize hatırlattı. Ülkemizde de dünyanın büyük bir kısmında olduğu gibi muhafazakarlık oldukça yaygın. Toplumun en küçük kurumu olan ailenin de haliyle burada oynayacağı büyük bir rol var. Dilin her şeyi ifade ettiği ülkemizde aslında birçok ülkeden farklı olarak, yabancılara da samimiyet düzeyi farketmeksizin yaş aralığı ve tipolojiye göre akrabalık bağları üzerinden hitap ediyoruz. Mahalledeki dayı, mağazadaki teyze ve otobüsteki kardeş gibi. Bu “bağlılık” ortamı muhafaza etme eylemini tekrar karşımıza çıkarırken, ailenin çocuğa doğduğu evdeki ideolojiyi aşılayarak büyütmeyi hedeflemesinde de kendini gösteriyor. Çocuk her şeyden önce, ailenin beklentisi ve hayalleri demektir. Peki biz ailemizin planlarını gerçekleştirme aracı olmak istemiyorsak? İdealleri bize uygun değilse?
İnsan ne yaşadığını bilir. Yaşamın her alanında gerici olarak nitelendirdiğimiz bu insanlar hiç uzakta değil, onlar bazen yanı başımızda hatta bizimle aynı çatı altında. Toplumdaki tüm gericilik, toplumun en küçük kurumu olan aileye direkt olarak yansıyor. Sokakta cinsiyetçilik yapan adam, ailede baba rolüyle kız çocuğunun giyiminden sosyalliğine baskı uyguluyor. Kafede homofobiklik yapan kadın, ailede anne rolüyle LGBTİ+ oğluna psikolojik şiddet uyguluyor ve duygusal olarak manipüle ediyor. Örnekler felsefeyle fazla ilgilenen liseli genci dinden aforoz eden dededen, ailedeki üniversiteli genç kadının artık evlenmesi gerektiğini şiddetle savunan halaya kadar, ne yazık ki, kolayca çoğaltılabilir.
Bazen baskı hiç sonlanmayacak ve uğradığımız zorbalık hiç bitmeyecek gibi gelebiliyor. Bu gerici ailelerde büyüyen her birimizin gerçekliği. Özgürleşme yolunda öğrendiklerimiz bize güç verdiği oranda yıpratıcı da bazen. Bir çoğumuz ailelerimizin çarpık davranışlarını anlamaya ve hatta onların kendi büyütülme şekillerinden kaynaklanan bu problemleri kendimizce çözmeye çalışıyoruz. Bazen hiçbir şekilde iletişim kuramıyor, adeta bir emir eri olarak görüldüğümüzü hissediyoruz. Ahmet aile işini devralacaksın, Zeynep dişçi olacaksın. Tartışmaya kapalı. Bazen düşünürüz, böyle olacaktı ise madem, biz niye bu dünyaya getirildik? Bunun birçok psikolojik, sosyolojik hatta bilimsel cevabı verilebilir elbet tabii, ancak hiçbiri bizim aradığımız cevap olmayacaktır.
Bizce bu mücadelenin ilk adımı, yalnız olmadığımızı bilmekle başlıyor. Biz gerici ailelerden gelenler, yalnız olmak bir yana, ne yazık ki azınlık olmaktan uzağız. Aslında hepimiz tek bir sorunun farklı kollarında muzdarip oluyoruz. Hepimiz aynı mücadeleyi farklı şekillerde veriyoruz ancak onca baskı altında yalnızlaştırılıyor, kalabalık olduğumuzu anlamıyoruz. Öncelikle bunu bilmek gerek, yalnız değilsin.
Bir takım yöntemler var. Bugüne gelenler, mücadele ederek veya fırtınanın geçmesini bekleyerek geldiler. Elbette mücadelemiz, kendi ailemizin yapısına göre çok fazla değişiklik gösterebiliyor. Bazı aileler ortak müştereklerde buluşmayı kabul ediyor, bazıları ise bir kaya gibi kesinlikle yerinden oynamıyor. Oynayamıyor ya da oynamayı kesinlikle reddediyor. Bazılarımız bu mücadeleyi kaybediyor, bazı kaybedenler en azından denemiş oldukları için bambaşka bir şey buluyor. Her ikisi de devam edenlere cesaret veriyor.
Kolay olduğunu veya olacağını söylemiyoruz, biliyoruz, yol yalnızca kendi ailemizi değiştirmeyi değil de bütün bir toplumu değiştirmeyi işaret ederken işimiz hiç de kolay değil. Örüntüyü görebiliyoruz, 2024’te ulaşabildiğimiz araçlarla önceki nesillerin travmalarını algılayabiliyor, ailemizin çocukken yaşadıklarını hayal edebiliyoruz. Her birimizin bir kez aklına gelmiştir: Ben babamdan daha iyi bir baba olacağım, benim çocuğum olursa böyle bir anne olmayacağım. Sık sık ailemizden de duymuşuzdur zaten: “Senin benimki gibi bir baban olsaydı görürdün!” veya “Benim annem benimle bu kadar bile ilgilenmiyordu!” Sağlıklı bir aile hayatı istemek, getirildiğimiz dünyada ailevi ihtiyaçlarımızın karşılanmasını talep etmek bizim hakkımız. Ailemiz ile anlaşamamamız veyahutta “beklentilerini” karşılayamamamız bizim suçumuz değil.
Yanlış bildiğimizle kavga edeceğiz ve düzeltebileceğimiz her şeyin üzerine gideceğiz. Bazen düşeceğiz bazen kalkacağız. Kazanacağız bazen ve sık sık da kaybedeceğiz, ancak bir şekilde devam edeceğiz. Biz dev bir “aile” olan toplumumuz içinde en tepedekine kafa tutma cüreti gösterenler, göstermesi gerekenleriz. Gericilik ile mücadelemiz doğduğumuz evden başlayacaksa da, tam tersine, mücadelemiz doğduğumuz evi ilericiliğe de çekecekse, en kötü ihtimalle kardeşimize ilham olabileceksek, bizim kazanımlarımız ablamız veya abimizin gözlerini doldurabilecekse ya da ilkokul arkadaşımız bize bir gün “Sen yaptın, ben de yapabilirim.” Diyecekse, zaten başarmış sayılmaz mıyız?
Gerici ailesi ile verdiği mücadelede her gün yeni bir mevzi kazanan biri olarak söyleyebilirim ki: Buradaysan, başlamak için doğru yerdesin.
Gerici aile ile mücadelesini kazanan bir inatçıdan yolun başındaki bir diğer inatçıya: “Kendi tecrübemden yola çıkarak şunu söyleyebilirim sanırım: İçinde bulunduğumuz durumu fark etmek ve ne yaşadığımızı anlamak biraz zordur ve o yaşımıza kadar öğrendiğimiz her şey bunun zıttıdır. Bildiğin doğrular sana yanlış hissettirir ama “bildiğin” haliyle doğru odur ve doğrularına karşı gelmek zordur. Sanırım bir şeyleri anlamaya doğru bildiğim ancak bana doğru hissettirmeyen şeyleri düşünerek ve zamanla buna karşı gelerek anladım, kendimce doğru olan bir hikaye yazmaya başladım. Bilirsiniz ki hikayeler hep şöyle başlar: Ya şehire yeni biri gelir ya da biri o şehirden gider, benim için bahsi geçen şehir ailem oldu.” –A.K.