in

BİR AKADEMİ TİYATROSU: SAHNE, KULİS VE OYUN

Atakan Özsan yazdı…

Bir tiyatro oyunu dışarıdan bir bütün olarak gözükse de aslında ana olarak 3 parçaya ayırabiliriz: Sahne, Kulis ve Oyun. Her şeyin toz pembe göründüğü bir sahne, oyuncular ve salon sahibi dışında kimsenin neler olduğunu bilmediği bir kulis ve oyuncuları ve seyircileri de kapsayacak şekilde bir bütün olarak Oyun. Bu 3 parçayı, eğitim-öğretim hayatımızın son aşaması olan akademiye de kolaylıkla benzetebiliriz. Makalelerin yazılıp AR-GE’lerin yapıldığı, dışarıya sürekli bir gelişme hikayesi anlatıldığı bir sahne, bu sahnenin arkasında özgürlüklerin baskılandığı; öğrenci, memur ve akademisyenlerin mobbinge uğradığı haliyle bir kulis ve tüm bunların bir süreç olarak değerlendirildiği oyun haliyle üniversitenin kendisi, yani bir akademi tiyatrosu.

Üretirken okumak: Kulisten Sahneye

Lise öğretmenleri ve dershanecilerin en büyük yalanıdır: “Son 1 yıl daha uğraşacaksınız, sonra rahat edeceksiniz. Hele bir de Boğaziçi’ne ya da ODTÜ’ye kapak attınız mı, tümden rahatsınız.” Bu yalanın çıkış noktası aslında üniversiteye bakış açısından kaynaklanıyor. Bu bakış açısını, 1980 darbesi başlanan, AKP hükümetiyle yerleşen ve kökleşen neoliberal dönüşümden bağımsız değerlendirmek yanlış olacaktır. Günümüzde üniversitelerin sürekli makale ve yönetici/mühendis yetiştirme gayesini, toplumun üniversiteye yalnızca diploma alınan bir yer olarak bakmasını eleştirmek için biraz başa dönmek, sahneyi en baştan incelemek gerekli.

Bu incelemeye çok basit bir soru ile başlayalım: Bir üniversitenin amacı nedir?

Açılan her üniversitenin bir amacı vardır. İyi ya da kötü, bir gayeye hizmet etmesi için açılır. Örneğin Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ford Vakfı desteğiyle, beyin göçünü hızlandırmak ve Türkiye’den Amerika’ya mühendis yetiştirmek amacıyla kuruluyor, tabii sonrasında üniversite öğrencilerinin politik görüşü, vakfın talepleriyle örtüşmüyor. Bir diğer örnek ise Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi. Henüz Ankara Üniversitesi’nin kurulmadığı bir dönemde, Cumhuriyet’in ilk zamanlarında, modernleşme ilkesiyle sosyal bilimler alanında Türkiye’ye nitelikli insan yetiştirmek için açılıyor (Günal, 2021).

1980 darbesi sonrası başlayan, AKP ile kökleşen neoliberal dönüşümden bahsetmiştik. Bu dönüşümün etkisini bugün çevremizdeki üniversitelere baktığımızda, yukarıda verdiğimiz iki örnekle kıyaslayınca anlayabiliriz diye düşünüyorum. AKP hükümeti ile beraber açılan üniversitelerin amacı ülkeye nitelikli insan yetiştirmekten ziyade dışarıdan yahut içeriden fark etmeksizin sermayeye nitelikli insan gücü yetiştirmeye evrilmiştir. Artık ülkemizin dış sermayeye bağımlı olması sebebiyle üniversitelerdeki yabancı sermayeye ait AR-GE’ler, okullarda yetişen insanları kolayca yurt dışına çıkmaya ikna edebilmekte,  hükümetin baskıcı politikaları ise bu ikna sürecini desteklemektedir.

Beyin göçünün yanında AR-GE’lerde ve hatta laboratuvarlarda yürütülen çalışmaların toplumun asli ihtiyaçlarına göre değil, sermayenin ve yatırımcıların karlarını arttırmaya yönelik olması ise üniversitenin ve üniversitelerde yaratılan ‘‘bilim’’in toplumdan ne kadar kopuk olduğunun bir göstergesidir. Sosyal bilimlere geldiğimizde, mevcut toplum yapısını incelemesi ve toplumun daha güzel yarınlarının inşası için üretim yapması gerekirken, AKP hükümetinin çizdiği sınırlardan çıkmadığı sürece istediği kadar üretim yapabilen, çoğunlukla reklam şirketlerinde hedef kitle analizi yapan kocaman bir plazaya dönmüş durumda. Liseden yahut hükümetin gösterdiği şekliyle dışarıdan bakıldığında sorunsuz ve sürekli üretim yapıyormuş gibi gözüken akademi sahnesi, kulise girdiğimizde AKP ve neoliberal politikaları tarafından toplumdan kopartılmış, potansiyel nitelikli iş gücünü topluma katan değil birkaç patrona satan bir yer haline gelmiştir.

Sahneden gözüken üretimin kulisteki, akademinin içindeki, yerini açıkladık, ancak üniversitelerin içine, kulisine biraz daha girmek gereklidir diye düşünüyorum. Zira üniversiteler her ne kadar “geleceğini kurtarma alanları” olarak lanse edilse de birçok öğrenci için aynı zamanda sosyalleşme anlamını yitirmemiş durumda. Tabii bu sosyalleşme anlamı, AKP hükümetinin gençliğe açmış olduğu savaştan nasibini almış durumda. Son yıllarda açılan belki de yüzlerce apartman üniversitesi, sosyalleşme alanlarının olmadığı, öğrencilerin yalnızca derslere girip çıktığı binalar olarak karşımıza yer alıyor.

Boğaziçi, ODTÜ gibi üniversiteler de kolayca kurtulamıyor tabii bu politikadan. Üniversitede kültürün ve sosyalleşmenin temel taşları olan öğrenci kulüpleri, hükümetin kayyum rektörlerinden nasiplerini alıyorlar. Kulüp faaliyetleri sıklıkla iptal ediliyor, kulüp odaları kampüslerden uzaklaştırılıyor, kariyerist etkinlikler dışında politik etkinliklere neredeyse göz açtırılmıyor.

Peki, sahneden bu kadar sorunsuz gözükse de kulis bu kadar kavgalıysa, nasıl sürer gider bir oyun?

Sürünen bir oyunu bozmak

Bir üniversitenin en güzel tanımlarından biri “sürünen bir oyun” olabilir. Nasıl ki oyuncusu mutsuz bir tiyatro oyunu anlamsızlaşır, devam edemezse öğrencisi, akademisyeni, memuru mutsuz ve baskı altındaki bir üniversite de devam edemez. Bunun en güzel örneklerini oyundaki çatlaklarda, yani Boğaziçi Direnişi, Zeren Ertaş ve Barınamıyoruz gibi öğrenci eylemlerinde görüyoruz.

Kocaman bir tiyatronun hükümet tarafından zorlanan sahnesi, bununla çatışan kulisi ve oyundaki çatlaklar bize gösteriyor ki AKP ve sermaye ne kadar denerse denesin bu oyunda çatlaklar yaratacak, bu korkunç oyunu bozmaya çalışacak öğrenciler, akademisyenler, memurlar bitmedi, bitmeyecekler. Zeren Ertaş eyleminde elde edilen kazanımlar, Boğaziçi Direnişi ile yaratılan direniş kültürü ve diğer üniversitelerden gelen parçalar ile birleşecek, nasıl ki tiyatro emekçileri patrona karşı haklarında inat edip kazanıyorsa, sermayenin değil toplumun üniversitesi de üniversitenin inatçı bileşenleri ile kurulacak.

Kaynakça: Günal, İ. (2021). Üniversite neden kurulur?. İleri Haber. https://www.ilerihaber.org/yazar/universite-neden-kurulur-113780.html

What do you think?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir