Bir öğrencinin kendisini öğrenci olarak hissettiği asıl yer bana göre liselerdir. Çünkü lise, sıralarında üniversite yaşamı için kurduğumuz hayalleri de kurduğumuz hayalleri gerçekleştirmek için çalışıp didindiğimiz sınavı yani üniversitesi sınavını da kapsar. Lise yılları aslında kendimizi de tanımaya, keşfetmeye başladığımız bir dönem. Nelerden hoşlandığını bulmaya çalışırken nelerden hoşlanmadığını fark ettiğin, her şeye heves ettiğin, oldukça üretken ve aktif de bir dönem aynı zamanda. Bütün bu niteliklerden gün geçtikçe daha da yoksunlaşan liseler yavaş yavaş bizim için gelecek kaygısıyla süslü bir yetersizlik hissini peydah eder durumda. Liseler, motivasyonu ne olursa olsun bitip gitmesi istenen sancılı bir geçiş evresinden başka bir şey ifade etmemeye başladı bizler için. Bu geçiş evresini ise saatlerce ders çalıştığımız, tonlarca kitap almamız gereken ve bu adaletsizliklerle bezeli sürecin sonunda “evet başardım” diyebileceğimiz meşakkatli bir yol olarak ifade edebiliriz. Peki bizler dönemin iktidarının elinde oyuncak olup sürekli değişime uğrayan bu eğitim sisteminin içinde kendimizi tanıma fırsatlarından tamamen yoksun şekilde, hararetle ve kaygıyla derslerimizin başından kalkamazken MEB bu durumda ne yapıyor? Mesela alan seçimi yapıyoruz, peki seçtiğimiz alanın derslerini nitelikli bir şekilde alabiliyor muyuz? Ya da her sene değişime uğrayan, her seferinde bir öncekini aratan sınav sistemine veya sınav konularına uyum sağlayabiliyor muyuz? Veya liselerde dağıtılan kitapların bize yeterince fayda sağladığını düşünüyor muyuz?
158 okula bir proje olarak dayatılan ÇEDES aracılığıyla kindar ve dindar bir gençlik yetiştirilmeye çalışıldığını hepimiz biliyoruz. Gençliği irticayla kendilerine köle yapmaya çalışan Saray Rejimi sistemi bir de dalga geçer gibi “gençler, sakın kula kul olmayın” diyor. Peki gençliğin yaşadıklarından haberleri var mı? Mesela üniversite sınavında istediği sıralamayı yapamadığı için intihara sürüklenen Efe Çallı’dan haberleri var mı? Evet bizleri “gelecek nesil” olarak adlandırıyorlar ama bu bahsedilen gelecek bizlere hiçbir şey vaat etmediği gibi bizim sunabileceklerimize de ket vurur pozisyonda. Bizler evet bu ülkeye bir şeyler katmak istiyoruz ama iktidarın bize sunduğu sistemle bu mümkün mü? Bilimsel eğitim normlarından uzak, laiklikten giderek daha da uzaklaşan, değişken yapısına sürekli adapte olmamız gereken bu sistemle geleceğe gitmek bir yana dursun ancak geriye gidebiliriz. Kimseye kul olmayın diyenler oluşturdukları sistemle tam tersine hizmet ediyor gibi görünüyor. Bize reva gördükleri bu sistemde üniversiteye girdiğimizde her şeyin düzeleceğine inanmak şöyle dursun artık üniversiteye adım atar atmaz çalışma hayatımız bizi buhrana sürüklüyor, şayet ’’bağlantıları’’ veya ‘‘tanıdıkları’’ olan biri değilsek tabii. Çelişki de burada başlıyor. Eşitsizliğinden sıkça dem vurduğumuz bu sözde eğitim sisteminin içinde Elazığ’da tıp okuyan sıra arkadaşımız Enes Kara’nın intihar etmeden önce söyledikleri aslında Saray Rejimi himayesi altında tarikat ve cemaatlerin nasıl bir din baskısıyla bir ‘eğitim’ verdiklerini gözler önüne seriyor. Saray rejimi oluşturduğu ekonomik yaptırımlarla gençliği barınma sorunu ile baş başa bırakıp tek çare olarak tarikat ve cemaat yurtlarında yaşamaya sevk ediyor. Bizler nitelikli, parasız, laik ve bilimsel eğitim istiyoruz. Bizler bir sıra arkadaşımızın daha eksilmesini istemiyoruz. Kısacası bizler yaşamak istiyoruz. Bunu ancak bize sundukları bu saçma düzeni değiştirerek başarabiliriz.